İş yaşamını hangi kelimelerle tasvir edebiliriz?
Dinamizm, heyecan, iletişim, değişim, başarılar, başarısızlıklar, zaferler, hezimetler, sevinçler, hüzünler, müşteriler, çalışma ortamı, iş arkadaşlarımız, sinerji, dayanışma, hedefler, stratejiler, performans takibi ve rekabet ; rekabet deyince de şirketler arası ve/veya markalar arası rekabet, farklı şirketlerdeki kişilerle rekabet, şirketteki kişilerle rekabet ve bazen de departmanlar arası rekabet şeklinde çeşitlendirebiliriz.
Bu listeyi daha da uzatmak mümkün. Fakat iş yaşamının, sporla olan ilişkisini, yakınlığını anlayabilmek için bu tarifler gayet yeterli…
Yukarıda kullanmış olduğum kelimeleri spor için de çok rahatlıkla kullanabiliyorum. Bunların hepsi spor yapan bir kişinin, gerek bireysel, gerekse bir takım içinde yaşadığı tüm durumları kapsıyor.
Sporu profesyonelce yapmak da aslında iş yaşamı kapsamına giriyor ve kurallar tıpatıp aynı. Benim burada paylaşmak istediğim çocukluk ve gençlik çağlarında yapılan spor aktiviteleri ve iş yaşamımızın paralelinde sürdürdüğümüz bir hobi olarak spor yapmak… Dolayısıyla profesyonel bir yönetici olarak, benim ve benim gibi bir çok kişinin içinde bulunduğu şekliyle, sporu para kazanmak amacıyla profesyonelce yapmayı bir kenara bırakıyorum.
İlkokul yıllarında jimnastik yaparak sporla ilk tanışmam sonrasında, 11 yaşımdan itibaren 15 sene her seviyede ve değişik takımlarda voleybol oynamış, ülkemi yurt dışında temsil etmiş bir sporcu ve bugün de hala keyifle ve bir yaşam tarzı olarak sürdüren bir kişi olarak, sporun bana çok şey öğrettiğini, kazandırdırdığını ve çok katkı sağladığını düşünüyorum.
Öncelikle gençlik yıllarında yapmış olduğumuz spor faaliyetlerini irdeleyelim. Bu aktivite bizi iş yaşamına hazırlayan mükemmel bir ortam sunmaktadır. Tabii muhakkak şöyle düşünenler de olacaktır : “ön hazırlık olmasa da, iş yaşamına ilk başladığımız yıllarda zaten bu tecrübeleri ediniyor ve yıllar geçtikçe bu ortamı çok iyi anlıyoruz”. Elbette bu da doğrudur. Fakat çok önemli bir fark, gençlik yıllarındaki spor yaşantısı çoğunlukla maddi kazanç amaçlı olmadığı için, hata yapmak, girişimci olmak, cesaret göstermek yani riskler almak çok daha kolay ve acısız olabiliyor. Ve iş hayatında yapılan hatalar kadar ağır cezalar içermediğinden denemeler yapmak daha kolay oluyor. Bu denemeler ve sonundaki başarı veya başarısızlıklar da bize iş hayatında yol gösterecek birer rehber oluyor.
Takım sporlarının bireysel sporlara göre bu konuda daha farklı bir avantaj sağladığını düşünüyorum. Aynı iş yaşamında olduğu gibi, takımın da, kuralları koyan, hedefi ve stratejiyi belirleyen bir yöneticisi ve bir antrenörü olması yanında, aynı hedefe kilitlenmiş, farklı kişilik özellikleri olan, zayıf ve kuvvetli yönlerini bildiğiniz, çok iyi anlaştığınız veya hiç anlaşamadığınız takım arkadaşları vardır.
Dolayısıyla, gençlik yıllarında spor yapmış bir kişi, iş hayatında da iyi bir takım oyuncusu olmayı, yenmeyi, yenilmeyi (ve bunu hazmetmeyi), risk almayı, bazen de formsuz ve başarısız olmayı da daha iyi bilmektedir kanısındayım.
Hobi olarak iş yaşamıyla beraber yaptığımız spora gelince; stresi, öfkeyi, beyin ve vücut yorgunluğunu, bazen sert tartışmaları ve bunlara benzer gün içindeki her türlü olumsuz olayı unutturan, mutluysak da enerjimizi en olumlu kullanacağımız bir hobi, bir uğraş olarak görüyorum. Yorgun olduğumda ve ayaklarım geri geri gittiğinde bile spora başladığım anda enerjimin ve coşkumun yerine geldiğini hissediyorum. Spor yaptığımda tamamen kendime odaklanıp başka hiçbir şey düşünmüyor ve kendimi dünyanın en önemli insanı hissediyorum. O an öyle egoist bir an ki… Sadece ben, başka hiçbir şey, hiç kimse önemli değil. Kendimize ayırdığımız ve sadece kendimizi düşündüğümüz birkaç saat… Spordan başka hangi aktivite bu kadar egoist olabilir ki? Müthiş bir duygu. Öfkelerin, streslerin, başarısızlıkların yok olup gittiği, yerini tatlı bir yorgunluğun ve mutluluğun aldığı zamanlar… Hele ki güzel de bir müzik eşliğinde…
Bana göre spor yapmak her çalışanın yapması gereken bir aktivite. Gerek gençliğinde, gerekse iş yaşamının yanında. Bunu yapmayan insanları çok çabuk anlayabildiğimi, fark edebildiğimi düşünüyorum. Bu kişilerin, şirket içindeki uyumdan tutun da, yenilgiyi karşılama şekillerine, galibiyeti “garip” kutlama ritüellerine, özgüven eksikliklerine ve tabii ki fiziksel görünüm ve düşük enerjili hallerine kadar bir çok konuda net sinyaller verdiğini görüyorum.
Herkese tavsiyem, çocuklarına spor yaptırmaları ve kendilerinin de spor yapmaları. Spor yapmak derken de en havalı kulüplere gidip para harcamaktan da söz etmiyorum. Maddi gücümüz müsaitse bunu da yapabiliriz tabii ama benim gibi bir tane bisiklet alıp ona binmek veya haftada 3 kez düzenli ve biraz da zorlayıcı yürüyüşler ve koşular yapmak ve sonrasında da yapabildiğiniz kadar şınav, mekik gibi hareketler yapmak da aynı işi görecektir. Spor yapmamak için bin tane haklı neden bulabiliriz ama her akşam yarım saat yürüyüşle başlayıp tadını bir aldınız mı, kendinizdeki değişimi bir fark ettiniz mi, spor o kadar keyifli bir aktivite haline gelecektir ki, bunu yapmadan geçen günler vicdan azabı duymanıza sebep olacaktır…
Bu kısaca saydığım faydalarının yanında, güçlü bir bedenle yaşlılığa girmenin avantajı da cabası…
Haydi herkes spora…